Bir Şehir İki Kadın - 1982

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Bir Şehir İki Kadın - 1982
Abone ol
Sınıfsal uçurumların derinleşmesi ülkenin içe çöküşüdür.

MELEK ÇIRAK - MEDYABLOK

Dilleri, dinleri, ırkları birbirinden farklı olan iki kadın Berlin sokaklarında dolaşan bir otobüste oturuyor. Soldaki kadının şapkası, elbisesi, ayakkabılarıyla modern bir görünüşü ve objektife üstten bakan bir hali var. Yüzündeki ifadeden, halinden pek memnun olmadığını görebiliyoruz. Sağdaki kadın kendi halinde duruşu, basmalı eteği ve yazmasıyla tam tersi bir izlenim veriyor. Fotoğrafa baktığımızda oraya ait olan ve olmayanı ayırt edebiliyoruz.

Yıl 1982, eski Federal Almanya Cumhuriyeti’nin işçi göçü almaya karar vermesinin üzerinden 21  yıl geçmiş ve Almanya – Türkiye İşgücü Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma sayesinde Türkiye’den yaklaşık 600.000 kişi Almanya’da işçi olmuştur. Böylece Türkiye'deki, o zamanlar sayısı bir milyonu aşan işsiz yükü azalmış, ayrıca Almanya’nın yeni kurulan fabrikalarını ve sokaklarını ayakta tutacak işçi gücü sağlanmıştır. Yapılan bu antlaşmada işçiler "geçici süreli çalışan" olarak tanımlanmışlardır, bu yüzden işçilerin entegrasyonu ve yerleştirilmeleri için yeterli planlama yapılmamıştır. İlerleyen yıllarda, bu insanların çoğu Almanya’ya temelli yerleşmişlerdir. Sonucunda, göçmenlerin orantısız dağılımı Berlin’de hüküm sürmüştür. Göç eden insanların belirli bir bölgede yoğunlaşması, toplumsal izolasyon, gettolaşma gibi olaylardan ötürü göçmenlerin yaşadığı bölgelerin, diğer bölgelerden bağımsız bambaşka bir yapılaşma içerisine girdiği görülmektedir. Mesela Berlin’de Türklerin yaşadığı mahalleye ‘’Küçük İstanbul’’ adı verilmiştir. Aynı olay Türkiye’de Fatih ilçesininin Yenikapı taraflarında da görülmektedir. Öyle ki Edirne’den Çin’e kadar Türkçe konuşarak yürünür sözü Fatih’te geçerliliğini yitirmiştir.

Eğitim seviyeleri ve yabancı dil yetersizlikleri sonucunda göçmenler vasıfsız işlere mahkum edilmişlerdir, oraya giden kimselerin genel olarak alt veya orta kesimlerden olmaları da onları işgücü istismarına açık hâle getirmiştir. Almanya’ya giden göçmenlerin çoğunlukla kontrollü bir şekilde ülkeye giriş yapmalarına rağmen, devlet tarafından hakları güvenceye alınmamıştır ve uzun süren çalışma saatleri karşılığında piyasanın altında ödeme almışlardır. Onlar şehrin kenar mahallelerine itilip kakılan, Almanya’da çığ gibi büyüyen orta sınıfın yapmak istemediği işleri yapan, sokaktan geçerken görülmeyen ama yeri geldiğinde ise "potansiyel suç unsuru" olan ve "Alman kültürünü kirleten" insanlardır.

Ama zamanla bu durum değişti, fabrikada çalışan işçiler örgütlenip haklarını savunmaya başladılar. Sendikalar aracılığıyla ve Alman sosyal devlet yapısının güçlenmesi ile birlikte göçmenler haklarını büyük oranda elde ettiler. Almanya buradan şöyle bir sonuç çıkardı: Oraya giden göçmenlerle ne olursa olsun aynı gemide oldukları. Böylece Alman hükümeti, kaçak ya da resmi yollardan ülkeye giren insanların ülkelerinde kalacaklarının farkında olarak onlara eğitimler verdi ve planlı yerleşimler için adımlar attı; bunu göçmenler için değil, kendi toplumunu düşünerek yaptı.

2023 Türkiyesi şu anda dünyanın çeşitli yerlerinden ve özellikle Orta Doğu’dan on yıldır süregelen bir göç dalgasıyla karşı karşıya. Türk halkı, bu göç dalgalarını kontrol altına almak yerine bununla mücadele etme eğiliminde. Yani insanlar daha fazla Suriyeli, Afgan ya da herhangi bir milletten olan göçmeni sokaklarda görmek istemiyor. Halkın bu dinamiği bir o kadar da provokasyona açık durumda. Muhalefetin sözleri de ‘’Onları ülkelerine göndereceğiz’’ minvalinde.

Göçmenler mi açgözlü patronlar ve destekçisi hükûmet mi?

İnsanlar işsizliğin ve enflasyonun gidişatının ülkenin dışişleri ve ekonomi politikalarının dengesizliğinden kaynaklandığının farkında olmakla birlikte yine de göçmenleri suçlamaktalar. Asıl gerçekleşen şey işçi sınıfının ücretlerindeki dalgalanmalardır. Göçmenlerin herhangi bir güvencesinin olmaması, belgelerinin olmaması, dil bilmemeleri gibi sebepler onları istismara açık hâle getirir. Sonucunda verilen düşük ücretlerse bütün düşük iş gücü piyasasını etkiler.

Göçmenleri ülkelerine geri gönderme politikası gerçekçi olmaması bir yana, ortaya çıkan bu durumun çözümü de değildir. Üretilecek politikalar, göçmenleri kapsayacak biçimde işçi sınıfının haklarını genişletmek şeklinde olmalıdır.

Tersine göç politikalarına örnek olarak Aralık 1984 Bulgaristanı'na gidebiliriz. ‘’Tek Millet Kararı(Edinna Natsiya)’’ ile birlikle Bulgaristan, Türk köylerine ani baskınlar düzenleyerek insanları yerlerinden etmiştir. Sonucunda ise Bulgaristan’ın düşük iş gücü yok olmuştur; tarlaları, konfeksiyonları boş kalmıştır. Bu işlerde çalışan Bulgar vatandaşları ise çift mesai yapmak zorunda bırakılmıştır. Hatta durum öyle bir hâl almıştır ki tarlalarda sebzeler çürümeye yüz tutmuş ve bazı insanlar gönüllü olarak oralarda çalışmaya başlamıştır.

Bir diğer mesele de Suriye'deki savaştan, ülkeye silah sokan tüm ülkelerin sorumlu olmasıdır. Eğer bu ülkeler savaşın sonuçlarını üstlenip insanları toplumlarına kazandırmazlarsa sonrasında çığ gibi büyüyecek olan sorunların ceremesini yine en alt kesimden başlayarak halk çekecektir. Burada siyasilerin yapması gereken halkın nabzına göre politika üretmemektir. Medyanın da bu popülist söylemleri körüklemesi halkta ancak şiddet eğilimiyle karşılık bulacaktır.

Almanya’da ya da Türkiye’de olması fark etmeksizin dünyanın her yerinde göçmen karşıtı söylemlerin sonuçları gözlemlenebilir. Fotoğrafta gördüğümüz iki kadının aynı sokaklarda kaç yıl geçirdiğinden bağımsız olarak, gerek kültürel gerek sınıfsal bir kopuşun tasviri olması bu sebeptendir. Sonuçta günün sonunda, kıyafetler, kültürler, diller birbirinden farklı olsa da aynı otobüse bineceğiz.

Anahtar Kelimeler:
Abdülkadir Selvi'den İmamoğlu iddiası: Bağımsız aday olacağı söyleniyorÖnceki Haber

Abdülkadir Selvi'den İmamoğlu iddiası: B...

Borçlar yapılandırılıyorSonraki Haber

Borçlar yapılandırılıyor

Yorum Yazın

Başka haber bulunmuyor!